Ruh sağlığı kişinin psikolojik olarak iyi durumda olması ve zihinsel bozukluğunun olmamasıdır. Kişinin tatmin edici düzeyde tatmin edici seviyede duygusal ve davranışsal işlevlerini sürdürebilmesidir.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (WHO), ruhsal sağlık, diğer özelliklerin yanında öznel iyi olma durumu, öz yeterlilik, özerklik, yetebilme durumu ve bireyin duygusal ve entelektüel potansiyelini kapsar. WHO bunun yanında kişinin iyilik durumunun, yeteneklerini gerçekleştirebilmesi, üretken ve topluma yararlı bir birey olabilmesi ve günlük stresle baş edebilmesini içerdiğini ifade etmektedir (World Health Organization, 2018).
İngiliz bir cerrah dergisine göre, ruh sağlığı, üretken aktiviteleri ve başkalarıyla olan ilişkilerin gereklerini yerine getirmeyi başaran ve değişikliklere alışıp zorluklarla baş edebilmeyi sağlayan ruhsal işlevlerin başarılarıdır. Akıl hastalığı kavramı ise, düşünce ve ruh halindeki değişikliklerin kişide olumsuz etkilere yol açtığı, kişinin tehlikeli ya da işlev bozukluğunu gösteren davranışlar sergilediği tanımlanan akıl hastalıkları bütünüdür. Ruh sağlığı ile ruhsal bozukluk bağlantılı kavramlardır. Fakat ruh sağlığı iyi olan insanların ruhsal bozuklukları olabilir veya zıttı olarak ruhsal bozuklukları bulunmayan bireyin kötü bir ruh sağlığına sahip olması mümkündür (Workplace Menthal Health Promotion, 2018).
Stres, yalnızlık, depresyon, ilişki sorunları, sevilen birinin ölmesi, bağımlılık keder, intihar sorunları, dikkat eksikliği, kendine zarar verme gibi duygusal ve davranışsal bozukluklar ruh sağlığı problemlerini oluşturabilmektedir (Betty, 2002). Bu ruhsal sağlık problemlerinin yönetilmesine; psikiyatristler, psikologlar, terapistler, sosyal hizmet uzmanları çeşitli tedaviler ile yardımcı olabilirler.
Ruh sağlığının bozulması sonucunda meydana gelen duygusal ve davranışsal bozukluklar kişilerin suça yönlenmesine sebebiyet vermektedir. Suçun hukuki tanımı, anlama ve isteme kabiliyetine sahip bir kişinin kusurlu iradesinin kasıtlı ya da ihmali bir hareketle meydana getirdiği yasadaki tanıma uygun, hukuki kurallara aykırı ve yaptırım olarak güvenlik veya ceza tedbirini gerektiren eylemlerdir. Kişinin içinde bulunduğu toplum tarafından onaylanmayan ve bunun yanında bir çözüme bağlanması gereken sosyal problem olarak da tanımlanabilir.
Farklı kaynaklarda suçun kaynağını açıklayan iki farklı düşünce vardır. Bunlardan ilki suçun, kişinin özgür iradesinin seçimi olduğu yönündedir. Bu görüşe göre kişisel ve psikolojik ödülleri sosyal ödüller ve ekonomik ödüller sebepleriyle kişiler kendi iradelerine göre suç işlemektedir.
İkinci görüşe göre suçlu davranışın özgür bir tercihi değildir ve bunun ortaya çıkmasına neden olan sebepleri vardır. Psikolojik, sosyolojik suç teorileri, anormallikleri yetersiz sosyalizasyon, öğrenme, taklit gibi faktörler suç davranışlarına neden olabilmektedir (Karakaş & Diğerleri, 2017).
Bu çalışmada ikinci görüşten yola çıkılarak suç olgusunun ruh sağlığı bakımından psikolojik sebeplerinin teorileri, akıl ve ruh sağlığının suç davranışı ile ilişkisi ve ruh sağlığı ile suçluluğu bağdaştıran Türkiye’de yapılmış bazı çalışmalar incelenecektir.
Son yapılan araştırmalara göre soyaçekimin suça meyile etkisinin az olduğu ortaya çıkmaktadır. Fakat bu ailenin kültürel, psikolojik ve sosyal etkileriyle alakalı değildir. Ancak soyaçekim ile alakalı olan sara, beyin tümörleri, iç salgı bezleri anomalileri, kan kimyasındaki değişmeler gibi etmenler suçluluğa neden olabilecek faktörlerdir.
Psikolojik görüş suç ile akıl hastalıklarını bağdaştırmıştır. Bu görüşe göre suç zekâ yoksunlarının bir ürünü olarak kabul edilmiştir. Uygulanan zekâ testleri düşük zekâlıların suç işlediklerini kanıtlamıştır. Ancak son zamanlarda bu iddiaya yönelik ciddi şüpheler mevcuttur.
Psikiyatrik görüş akıl hastalıkları sonucu oluşan psikopatiyi ve duygusal bozuklukları suçlarla bağdaştırmıştır. Suçlu çoğunlukla heyecan bozuklukları bulunan kimsedir. Suçlu isteklerini başka faaliyetlerde bulunarak tatmin eder ve bunları kendisini suça itecek eylemlerde bulur. Psikiyatrik görüş suçu insanın kişiliğine dikkat çekerek değerlendirmiştir. Bu durumda suçun kişiliğin derinliğine girilerek tespit edilmesine zemin hazırlamıştır.
Psikanalitik görüşün öncüsü Freud’dur. Freud suçu nevrozlar gibi açıklamaktadır. Freudcu Psikanalitik yaklaşım kişinin anne ve babasına yoğunlaşmaktadır. Bir erkek çocuğunun babayı öldürme anneye sahip olma duygusu “Oedipus Kompleksi” olarak tanımlanır. Bu kompleks bilinç altında suçluluk duyguları oluşturur ve kişiyi mantık dışı davranışlara iter. Bazen depresyon, bazense aşırı alışveriş ya da diğer hukuka uygun fakat normal olmayan davranışlar olarak ortaya çıkar. Bazen de suçluda Oepidal dönemden kaynaklanan ve bilinçaltına itilmiş suçluluk ve günahkârlık duygularını hafifletmeye yönelik, ceza görme isteği ağır basar ve suç işler. Yani, suçluluk duygusu suçtan önce vardır, bu duygu kişiyi suç işlemeye iter ve gerçek suç, onu rahatlatır. İç kargaşanın dışa vurulması bir suç şeklindeyse, psikanaliz yoluyla tedavisi mümkündür. Psikanaliz yönteminde; kişiler çok eskilerdeki travmalarını anımsar ve sorunları bu şekilde çözümlenir. Böylelikle suçlu davranışı da ortadan kaldırılabilir. Psikanalitik görüş, çok destekçi bulmasına karşın birçok kişi tarafından da, yetersiz olması gerekçesiyle eleştirilmiştir. Özellikle Freud’un ceza görebilmek için suç işlendiği görüşü, gerçeğe hiç de uygun gözükmemektedir.
Suçluluğu akıl sağlığına bağlayan teoriye göre ise suçluluk fiziki yapıya değil, akıl sağlığına bağlıdır. Suçlu akli durumu nedeniyle eylem ve hareketlerinin değerlendirmesini yapamaz. Bu teorinin temsilcilerinden birisi olarak görülen Goddard, suçluların akıl zayıflıklarının bulunduğunu ve bütün akıl zayıflığı bulunanların suçlu durumda olduklarını iddia etmiştir. Ancak akıl hastalıkları bilimlerinin gelişmesi ile birlikte bu teori neredeyse yok olmuştur. (Yılmaz, 2018)
Kaygı bozukluklarının bazıları şunlardır; panik bozukluk, travma sonrasında oluşan stres bozukluğu, obsesif bozukluk ve fobiler. Suça yönelen çocuklarda en fazla bulunan kaygı bozukluğu travma sonrasında oluşan stres bozukluğudur.
Travmatik olaylar; duygusal ve cinsel istismar, aile içi şiddet, ihmal doğal afetler, toplumsal şiddet biçiminde olabilir. Bunların yanında ani kazalar, hastalıklar ve ebeveynlerin birisinin kaybı olarak da görülebilmektedir. Kişiler çocuk yaşta travmaya maruz kaldıkları zaman meydan okuma, öfke ve aldırmazlık gibi duygu ve davranışları kendilerini korumak amacıyla kullanabilirler. Buna benzer durumlarda kurallara uymama, risk alma veya başkalarına zarar verme gibi davranışlar genç için duygusal olarak sağlam durma veya bunun algılanması şeklinde meydana gelebilir. Bu tür davranışlar kişileri adli sistemle karşı karşıya getirmektedir. Bu durumda travmatik semptomların artması olasıdır. Mahkemeler, yargılanmalar ve yargılanmalar travmatik semptomları daha da kötü hale getirecektir. (Ford, 2007)
Suça itilen çocukların %92,5’i 1 ya da daha fazla taravmatik tecrübelerinin olduğunu bildirmiştir. Erkek çocukları %93,2’lik oranıyla %84 oranındaki kız çocuklarından daha fazla en az bir travmatik olaylar yaşamışlardır (Abram K.M, 2004)
Çocukta veya erken yaşta meydana gelen davranış bozuklukları belirtileri veya suça yönelik davranışlar ihmale ve fiziksel istismara neden olabilmektedir.
Utangaçlık, çekingenlik, üzüntü ve kaygı gibi özellikler bulunan kişiler, aşırı düzeyde engellenmiş kişilerdir. Yaşadıkları devamlı kaygılar onların stresli ortamlardan (iş hayatı, ev ortamı) uzaklaşarak suça teşvik eden ortamlara dahil olmalarına neden olabilmektedir
En yaygın duygu durum bozuklukları; distimi, majör depresyon ve bipolar duygu durum bozukluklarıdır.
Deprese asık suratlı genç ve münakaşacıdır. Bu ruh hali gençlere ve yetişkinlere öfkeli cevap verme olasılığını arttırmakta ve bu durum fiziksel agresyonun kemikleşme riskini arttırmakta ve tutuklanma ile son bulmaktadır. Bu kişiler cezaevine girdiklerine, ruh halleri diğer kişilerle kavga etme riskini çoğaltabilir. Bunun yanında depresyon ile öfke arasındaki bağ kendilerine doğru yönlendirilebilir ve böylelikle kendine zarar verme ve intihar riski artabilir. Ayrıca duygu durum bozuklukları kişinin ev, okul ile iş hayatına da etki etmektedir. Diğer insanlarla ilişkilere zarar ve işlev kaybına yol açar. Stresli hayat olayları ve yetersiz aile desteği suç işleyen çocuklarda ve gençlerde depresyona eğilimi arttırmaktadır.
Manik dönemde dürtü kontrolü azalır, konsantrasyon bozulur ve otokontrol yok olur ve düşünce akışı hızlanır. Manik dönemde suç işleme oranı duygu bozukluklarının diğer dönemlerine göre daha fazladır.
11 ve 17 yaşlarında psikolojik durum bozukluğu tanısı konmuş ve 3 yıl boyunca takip edilen çocuklarda gençliklerinde suç işleyip, hüküm alma oranları 6 kat daha fazladır. Bu nedenle depresyon ve bipolar bozukluk suç işlemede etkilidir. (Mallet C.A, 2009)
Suç işlemiş kimsede majör depresyon oranı %20, mani oranı %20, bipolar bozukluk oranı %2’dir. Davranış bozukluğu ve depresyon arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır.
Psikotik özellikleri olan kişilerin suç işlemesinde genellikle onun rahatsızlık verici düşünceleri rol oynamaktadır. Şuur ve hareket kabiliyetini ortadan kaldıracak düzeyde akıl hastalığına yakalanmış olan ve bu hastalığın bir aracı olarak hezeyanlarının mantık bozukluğunun tesirinin altında suç işlemiştir. Bu bozukluk tipinin tespit edildiği kişi acilen sağlık servislerine yönlendirilmelidir.
Yıkıcı davranış bozuklukları suça yönelen kişiler arasında en yaygın olarak görülen bozukluklardan birisidir. Bunların belirtileri öfke ve uyumsuzluk, kurallara uymama, saldırganlık gibi rahatsız edici davranışlardır. En sık rast gelinen tıkıcı davranış bozukluğu; davranış bozukluğu ile karşı gelme bozukluğudur. Bu durumlar genellikle kaygı ile duygu durum bozukluklarıyla birlikte görülür. Yapılan araştırmalara göre davranış bozukluğu oranı %60, karşı gelme bozukluğu oranı ise %24’tür. Bunun yanında davranış bozukluğu ile mükerrer suçluluk arasında güçlü ilişkiler bulunmaktadır. Çocuklukta başlayan davranış bozuklukları ve ergenlikte başlayan davranış bozukluklarının iki türü vardır. Çocuklukta başlayan davranış bozukluğu yetişkinlikte anti sosyal kişilik bozukluğu olarak devam etmektedir.
Nörolojik temelli bozukluklar arasında suça yönelen kişilerde en fazla rastlanılan dikkat eksikliği ve öğrenme güçlüğüdür. Dikkat eksikliği bulunan kimselerin uyarılma eşikleri düşüktür ve kolaylıkla provoke edilebilirler. Hareketlerini kontrol etmek isterler ancak bazı davranışları tutumsuz ve tahmin edilemez olabilir. Hemen ve sık anlamlı ödüllere gereksinim duyarlar. Bu bozukluklar tedavi edilmediği zaman kişinin suça meyil etme olasılığı yüksektir.
Suça itilen her 5 çocuktan birisinde öğrenme güçlüğü mevcuttur (Chitsabesan, 534). Öğrenme güçlüğü nörolojik olabileceği gibi başka akıl ve ruh sağlığı sorunlarının da sonucu olarak görülebilir. İki durumda da çocuğun okul başarısı düşer ve suç davranışına dolaylı olarak sebebiyet verebilir. Düşük akademik başarı ile suç işleme arasında ilişkiler bulunmaktadır.
Saldırgan davranışların devamına sebebiyet veren ve birçok açıdan olumsuz sonuçlar doğuran madde kullanımı ile kullanım bozukluğu oranı suça yönelen kişilerde yüksek orandadır. Kriminal saldırganlık ile madde kullanımı arasındaki bağlantı güçlüdür (Chassin, 2021).
Üç ayrı ölçekte yapılan değerlendirmeye göre ciddi suçu bulunan erkek çocuklarında madde kullanım oranı %38’dir. Başka bir çalışmada adli sisteme yönlendirilen gençlerin %63’ünde alkol kullanımı, %62’sinde madde kullanımı tespit edilmiştir. Özellikle alkol kullanımı ile ilk defa suç işleme arasında önemli bağlantı vardır.
Türkiye’de yapılan çalışmalara bakıldığında, genellikle suça itilen çocuklarda görülen akıl ile ruh sağlığı bozukluklarının suç davranışları ile ilişkisinin araştırıldığı görülmektedir. Bu çalışmalarda en fazla davranış bozuklukları, madde kullanım bozukluğu ile aile içi şiddet üzerinde durulmuştur.
Öztürk, Ocakcı, Tatoğlu ve Topan’ın 2005 yılında alkol ve madde kullanımı ile ilgili İstanbul H Tipi cezaevinde, 380 çocukla yaptıkları araştırmada; çocukların %84.7’si bağımlılık yapıcı madde kullandığını, %15.3’ü bağımlılık yapıcı madde kullanmadığını ifade etmiştir. Çocukların %97.5’i sigara, %42.2’si esrar, %39.4’ü alkol, %12.7’si tiner, %8.1’i kokain, %6.5’i bali, %2.5’i hap kullandıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmada çocukların kullandıkları bağımlılık yapıcı maddelerin tüketim sıklığına da bakılmıştır. Buna göre sigara kullandığını ifade edenlerin %92.4’ü, alkol kullandığını belirtenlerin %40.9’u, tiner kullandığını ifade edenlerin %70.7’si, kokain kullandığını ifade edenlerin %34.6’sı, esrar kullandığını ifade edenlerin %61.8’i, bali kullandığını belirtenlerin %76.2’si, hap kullananların %37.5’i bu maddeleri her gün kullandıklarını belirtmişlerdir. Yasa dışı maddelerin tamamının pazarlandığı grup çocuk-ergen ve genç nüfustur. Çocuk-ergen, kendisine sunulan bu teklifi geri çevirebilecek bir davranış repertuarına, henüz ruhsal gelişimini tamamlamadığı için sahip değildir ya da bunu yaparken oldukça zorlanır, bu nedenle madde ve alkol kullanımı açısından çocuk ve ergen büyük risk taşımaktadır. (Oral, 2005)
Suça yönelen çocuklarda aile içi şiddet durumu sorgulandığında çocukların %21,5’i fiziksel şiddetin bulunduğunu, %17,9 ise sözel şiddetin var olduğunu bildirmişlerdir. Suça yönelen çocuklarda ailesinden şiddet gören çocuklar görmeyenler ile karşılaştırıldığında içe ve dışa yönelim, sosyal, dikkat, duygusal ve düşünce problemleri bakımından farklılıklar gözlemlenmiştir. Buna dayanarak ailesinde şiddet gören çocuklarda daha fazla sosyal beceri eksiklikleri ve davranış bozuklukları gözlemlenmiştir. Bu durum şiddet gören çocukları suça yönlendirmektedir. (Ovacık, 2008)
Yetişkin suç işleyen kişiler üzerine yapılan bir araştırmada şiddet içerikli suç işleyenlerin %87,5’i fiziksel istismar, şiddet içermeyen suç işleyenlerin ise %43,3’ü çocukluğunda fiziksel istismar görmüştür. Duygusal istismara bakıldığında yetişkinliğinde şiddet içeren suç işleyenlerin %77.5’i, şiddet içermeyen suç işleyenlerin ise %70’i duygusal istismar rapor etmişlerdir. Her iki grupta da duygusal istismarın yüksek olduğu görülmektedir. Şiddet içermeyen grupta cinsel istismara rastlanmazken, diğer grupta bu oran %15’tir (Süer, 1998)
Hiperaktivite bozukluğu ve karşıt olma bozukluğu bulunan çocuklarda dışa yönelim sorunlarında bağlı olarak saldırganca davranışlar ve suça yönelim davranışları bu bozukluklar bulunmayan çocuklara göre daha fazladır. Ergenlik döneminde meydana gelen davranış bozuklukları erişkin dönemi anti sosyallik ve sosyal başarısızlık olarak tetiklemektedir. Saldırgan davranışların kontrolsüzlük ile aşırı hareketlilik ile alakalı olduğu ve ergenlikte görülen hiperaktivite ve karşı gelme bozukluğunun erişkinlikteki suç davranışını etkileyebileceği belirtilmektedir (Çakaloz, 2007) Bu sebeple anti sosyal eğilime sahip olma durumu, gelecekte suç işlemeyi etkileyebilen bir olgudur.
Canver Kazanoğlu’nun (Kazanoğlu, 2001) ıslahevinde kalan çocukların sosyal ve kişisel uyumlarının araştırıldığı çalışmasında kişisel ve uyum puanlarının düşük olduğu gözlemlenmiştir. Nevrotik eğilimler, duygusal kararlılık, anti sosyal eğilimler ve psikotik belirtilerin uyumsuzluğa sebep olabileceği saptanmıştır. Nevrotik puanın düşük olması; kişinin eleştiriye açık olmaması, mükemmeliyetçi olması gibi davranışlar sergilemesi demektir. Anti sosyal puanın düşük olması ise kişinin öfke dolu, agresif, incitme ve öç alma isteğinin içerisinde olduğunu göstermektedir. Psikotik belirtilerin puanının düşük olması ise bireyin dikkat problemi olduğunu ve alıngan, aşırı duygusal olduğunu göstermektedir. Özgüveni ve benlik saygısı az olan kişilerde çok olanlara göre suça yönelme oranı daha yüksektir.